Ergenlerdeki İkinci Bireyselleşme Süreci ; Peter Blos (Çev.)
Ergenlerdeki İkinci Bireyselleşme Süreci
(The Second Individuation Process of Adolescence (1967), The Psychoanalytic Study of the Child, 22:1, 162-186)
Peter Blos, Ph.D
Çeviren: İbrahim Deniz
Ergenlikte, büyüme ve farklılaşma süreci, organizmanın yapısını ve işleyişini değiştirir. Olgunlaşma adı verilen bu değişiklikler, tipik ve sıralı şekilde meydana gelir. Aynısı ergenlikteki psikolojik değişiklikler için de geçerlidir. Bunlar gelişimsel bir örüntüyü takip etse de, karmaşık içsel ve dışsal çatışmaların etkileşiminden dolayı içerik, dürtü, hedef ve yön açısından farklı bir sıra izlerler. Nihayetinde gözlemlediğimiz şey ise, ergenlikteki değişimlerin sonucu olan yeni bir stabilizasyon süreci ve ruhsal yapıdaki değişimlerdir.
Ergenlikteki olgunlaşma ile uyum sürecinin, bütünleşmek için kesiştiği noktada, ergen gelişiminin kritik duraklarına ulaşırız. Bu durakları, ergenlik evreleri açısından teorik ve klinik olarak betimledim. (Blos,1962) Bunlar ilerleyen gelişimin dönüm noktalarıdır. Her bir evre, daha yüksek seviye farklılaşmaya ulaşmak için ön koşul olan kendine özgü çatışma, olgunlaşma görevi ve çözüm içerir. Ergenliğin evrelerinin bu tipik yönlerinin ötesinde, ergenliğin kumaşını baştan sona kırmızı bir iplik gibi saran ruhsal yeniden yapılandırmanın bir bileşenini tanımlayabiliriz.. Bu sürekli bileşen erken ergenlikte de geç ergenliktekiyle aynı kararlılığı gösterir. Bu bileşen burada ergenliğin ikinci bireyselleşme süreci olarak kavramsallaştırılmıştır. Ergenlik ile ilgili önceki çalışmalarımda, benliğin ve dürtünün hareketleri ve konumları açısından evrelerin heterojenliğini sürekli olarak vurguladım. Dikkatim şu sıralar, aynı hedef ve doğrultuda, ergenlik dönemi boyunca ara vermeden devam eden daha yaygın bir olguya dönmüş durumda.
Ergenliği, bütünüyle ikinci bireyleşme süreci olarak görmeyi öneriyorum; birinci bireyselleşme, nesne sürekliliğinin sağlanması ile yaşamın üçüncü yılının sonuna doğru tamamlanır. Her iki evrede de kişilik organizasyonu artan bir kırılganlığa sahiptir. Her iki evre de, olgunlaşmada gerçekleşen atılıma uyum sağlamak için ruhsal yapıda acil değişikliklere ihtiyaç duyar. Son fakat bir o kadar da önemli olarak, iki evrede de, -eğer ters giderse- bireyselleşme sürecindeki başarısızlıkları ifade eden, gelişimde spesifik sapmalar (psikopatoloji) ortaya çıkar. Bebeklik döneminde, “simbiyotik zardan, yürümeye başlayan bireyselleşmiş bir çocuk olarak çıkma” (Mahler,1963), ergenlikte, aile bağımlılığından kurtulmaya ve daha geniş bir toplumun yani yetişkin dünyasının bir üyesi olmak için ilkel nesneler ile olan bağın gevşemesine karşılık gelir. Metapsikolojik terimlerle, ergenliğin sonuna kadar, kendilik ve nesne temsillerinin istikrarlı ve sağlam olmayacağını yani başka bir deyişle, yatırımlardaki değişimlere karşı dirençli olacaklarını söyleyebiliriz. Oedipal üstbenlik – arkaik üstbenliğin tersine – bu süreçte sertliğinin ve gücünün bir kısmını kaybederken, benliğin narsisistik tarafı daha yaygın bir etki ve önem kazanır. Narsisistik dengenin sağlanması böylece daha da içselleştirilir. Bu yapısal değişiklikler, öz-saygının ve dış kaynaklardan giderek daha fazla bağımsız olma ya da en iyi ihtimalle kendi seçtiği dış kaynaklara bağımlı olma halinin sabitliğini tesis eder.
İçselleştirilmiş nesnelerden – sevgi ve nefret nesneleri- ayrılma, ergene aile dışından ve dış dünyadan aşk ve nefret nesneleri bulmanın yolunu açar. Çocuğun, somut bir nesne olan anneden psikolojik olarak ayrıldığı erken erken çocukluktaki ayrılma bireyselleşme evresinde tam tersi geçerlidir. Bu süreçte, çocuğun, psikolojik dengenin şefi ve biricik düzenleyicisi olan annenin duygusal ikmalinden ve varlığından bağımsızlaşması içselleştirme süreci ile başarılır. Çocuğun ve annenin simbiyotik birliğinden, anneden ayrılana kadar olan süreç, olgunlaşmadaki – özellikle, motor, algısal, sözel ve bilişsel- gelişmeler tarafından desteklenen ve teşvik edilen içsel düzenleme kapasitesinin oluşturulması ile belirgindir. Bu süreç, ergenliğin ikinci bireyleşme sürecinde tekrar gözlemlediğimiz gibi, en iyi ihtimalle bir sarkaç biçimidir. İlerleyici ve gerileyici hareketler uzun ya da kısa aralıklarda gidip gelirler. Bu çocuğun gündelik gözlemcisine kolayca dengesiz bir gelişme izlenimi verebilir. Sadece belirli bir zamana yayılan gözlem, yürümeye başlayan çocuğun veya ortalama ergenin davranışını normal veya sapkın olarak değerlendirmemizi sağlar.
Ergen bireyselleşmesi, içselleştirilmiş çocuksu nesnelerden duygusal olarak ayrılmanın eşlik ettiği yapısal değişikliklerin yansımasıdır. Bu sürecin karmaşıklığı, bir süredir analitik dikkatin merkezindedir. Aslında, içsel nesnelerden başarılı bir ayrılma olmadan, yeni, yani aile dışından sevgi nesnesi bulmanın engelleneceği ya da basit bir taklit ya da ikame ile sınırlı kalacağı şu ana kadar aksiyomatiktir. Benlik bu sürece içsel olarak katılmaktadır çünkü ergenliğe kadar, ebeveynin benliği çocuk için seçici olarak kullanılabilir ve aslında onun meşru benlik uzantısıdır. Bu durum öz-saygının düzenlenmesi ve kaygı kontrolünün hizmetindeki çocukluk bağımlılığının ayrılmaz bir yönüdür. Ergenlikte çocuksu libidinal bağımlılıklardan ayrılma ile birlikte, gizil dönemin alışılan benlik bağımlılığı da reddedilir. Bu nedenle, ergenlikteki benlik zayıflığı, sadece dürtülerin artan gücüne değil büyük ölçüde ebeveynsel benlik desteğinden ayrılmasına bağlıdır. Ergenliğe kadar bu destek çocuğun benliğine önemli bir destek sağlamaktadır. Hem dürtülerin şiddetlenmesine bağlı olan göreceli benlik zayıflığı, hem de ebeveynsel benlik desteğinin azalmasına bağlı olan mutlak benlik zayıflığı, klinik gözlemlerimizde fark edilir. Ergen benlik zayıflığının bu farklı unsurlarının tanınması teorik ilgimizin yanında analitik çalışmamızdaki pratik yararı açısından da önemlidir. Bir vaka sunumu bu noktayı açıklığa kavuşturacaktır.
Kastrasyon kaygısıyla acı çeken genç bir ergen çocuğu, annesinin sihirli savunmasını ödünç almıştı. “Kötü şeyi düşünmediğin sürece asla o kötü şey olmayacak.” Çocuğun kaygı yönetimi görevinde, düşünce kontrolünü kullanması, ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı iki bileşeni ortaya çıkardı. Yoğun kaygıdan kurtulmak için benliği annesinin sihrini ödünç alırken, dürtü bileşeni annesinin irade ve tavsiyesine mazoşistik boyun eğişteydi. Çocuğun benliği annesinin kaygı kontrol sistemi ile özdeşleşmişti. Ergenliğin gelişi ile birlikte, annenin sihrinin yenilenmesi ve aslında aşırı kullanımı, sadece çocuğun anneye olan bağımlılığını arttırmıştı. Böylece çocuğun cinsel dürtüsü için, çocuksu, sadomazoşistik bağımlılıktan başka bir seçenek yoktu. Annesinin sihirli aygıtını kullanarak ona olan bağımlılığından kendisini kurtarırken, annesinin sahte gerçekliğini paylaşarak kendisini annesinin tamgüçlülüğünün kurbanı yaptı. Boyun eğmenin libidalleşmesi ilerleyici gelişimin yolunu tıkadı. Bu sihirli araç, yalnızca benlik önemli oranda kendini gözlemleme ve gerçekliği değerlendirme yeteneği kazandıktan sonra, benliğe yabancı bir olgu olabildi. Farklı şekilde söylemek gerekirse: sadece arkaik anne ile ilgili kastrasyon kaygısının tanındıkan sonra, fallik tarz kendisini ortaya koyabildi ve pasif boyun eğici tutuma karşı koyabildi. Benlik seviyesinde, dürtü oryantasyonundaki bu kayma, çocukluğun tümgüçlü annesinin protatipi olan büyülü safsatanın reddi olarak kendini gösterdi. Gerçekliği değerlendirme kapasitesindeki artış, çocuksu benlik durumlarının inkarı ile paralel gitti.
Çocuksu nesnelerden ayrılma, her zaman benlik olgunlaşması ile paraleldir. Tersi de aynı ölçüde doğrudur yani ergen benlik fonksiyonlarının yetersizliği ya da bozukluğu çocuksu nesnelere bağımlılığının ve dürtü saplantılarının belirtileridir. Her ergenlik evresinde, dürtüdeki gelişimlere parelel olan birikimli benlik değişimleri, ikinci bireyselleşme olarak tanımlanan yapısal bir yeniliği gerçekleştirir.
Kuşkusuz, ergenlik döneminde, örneğin bilişsel alanda eşsiz ilerlemeler gibi benzersiz ve yeni benlik kapasiteleri ya da yetenekleri ortaya çıkmaktadır (Inhelder ve Piaget, 1958). Ancak gözlem bizi, bu gelişimin birincil otonomilerinin doğası ve ayrıca dürtü gelişiminden bağımsızlıkları konusu hakkında merakta bırakıyor. Dürtü gelişimi, benlik farklılaşmasından önemli ölçüde geri kaldığında, yeni kazanılan benlik fonksiyonları mutlaka savunma mekanizmalarına katılırlar ve otonom karakterlerini kaybederler. Tersine, dürtü olgunlaşmasındaki bir ilerleme, benlik farklılaşmasını ve işlevini olumlu yönde etkiler. Dürtü ve benlik arasındaki karşılıklı etkileşim, her ikisi de birbirlerine en uygun yakınlıkta gelişir ve çalışırlarsa en kuvvetli ve en etkin biçimde ilerlerler. Hem dürtü hem de benlik gelişimi birbirlerini sürekli olarak etkiler. Çocuksu nesneler ile olan bağın gevşemesi sadece daha olgun ve yaşa uygun ilişkilere yol açmaz aynı zamanda benliğin, modası geçmiş ve kısmen terk edilmiş benlik durumlarının ve çocukluğun tatminlerinin yeniden canlandırılmasına karşı giderek daha çok muhalif olmasını sağlar.
Ergenlere aşina olan analistler, ergen yaşamında ilişkilerin tuttuğu merkezi rolden her zaman etkilenmişlerdir. Her halükarda nesne yönelimli dürtü dışa vurumlarının yoğunluğu ve kapsamı ya da nesne yönelimli dürtünün ketlenmesinin yoğunluğu ve kapsamı, benlik yapısında meydana gelen radikal değişiklikleri engellememelidir. Bu yapısal değişimlerin toplamı, ergenlik dönemi sonrasında kalıcı kişilik özellikleri oluşturur.
Aktarmak için uğraştığım şey, nesne libidosundaki değişiminin, benlik değişikliklerini meydana getirdiği ergenlik dönemindeki psişik yeniden yapılanmanın özel bir karakteri olduğudur. Üstelik bu durum, nesne kaybetme ve nesne bulma sürecine (“itme” ve “tutunma”) sadece daha büyük bir aciliyet değil aynı zamanda daha geniş uyarlanabilir bir kapsam verir. Bu döngüsel tepki, genellikle, benliğin belirli ve kesin örgütlenme geliştirmesi ve ergenliğin sona erişi ile azalır. Bu örgütlenme içinde, yetişkin yaşamı boyunca detaylandırmaya açık geniş bir alan kalmaktadır. Ben ideali bu detaylandırmayı kesin olarak etkiler.
Artık ergenlik döneminde bireyselleşme adımlarını takip etmeye istekliyiz. Bu süreci incelediğimizde, ruhsal yapının dönüşümünden kaçınan ve içsel nesnelerden ayrılmak yerine, davranış ve toplumsal rol açısından bu nesneler ile zıtlaşan ergenlerden çok şey öğrendik. Benlik bozuklukları, eyleme vurmada, öğrenme güçlüklerinde, amaç eksikliğinde, ağırdan alma davranışında, aksilik ve karşı gelme davranışlarında göze çarpar ve çoğunlukla çocuksu nesnelerden ayrılmada yaşanan bir başarısızlık ve haliyle bireyselleşmenin kendisindeki bir başarısızlığı temsil ederler. Klinisyenler olarak, ergenin, ailesini ve kendi geçmişini toptan reddetmesini acılı ayrılma sürecinden aşırı bir biçimde kaçınılması olarak değerlendiririz. Bu türden kaçınmalar genellikle geçicidir ve bu gecikmeler kendiliğinden ortadan kalkar. Yine de aşırı formları olabilir. Evden kaçan, çalıntı araba ile gezen, okulu bırakan, amaçsızca aylak aylak dolaşan, kargaşadan hoşlanan ve uyuşturucu kullanan ergenlere aşinayız. Aşırı derecede eyleme vuran ergenler, genellikle kendilerini kesin bir şekilde ailelerinden uzaklaştırıp, iki jenerasyon arasında herhangi bir işe yarar bir etkileşim olmayacağına inanırlar. Bu tür vakalar değerlendirildiğinde, bu ergenler, doğru bir amaç için yanlış şeyler yaptıkları izlenimi verirler. Bu şiddetli kopuş, çocukluğun büyüklenmeciliğine, bağımlılığına, güvenliğine doğru kuvvetli gerileyici çekimden kaçmak için kullanılan bir acil durum tepkisidir. Çocuksu nesnelerden ayrılma yönündeki bu efor ergenliğin eneği ile uyumludur ancak bu yolda kullanılan araçlar, olgunlaşmanın süreğenliğini kesintiye uğratmak zorundadır.
Çoğu ergen, sert bir ayrılığı, ilerleyici bir hareket tekrar tetiklenene kadar ara form olarak yaşar. Bununla birlikte, bir çoğu er ya da geç kaçındığı şeye yani gerilemeye maruz kalır. Bu tür bir ergen kendini ailesinden ve çocukluğun geçtiği yerden, fiziksel, çoğrafi, ahlaki ve düşünsel olarak uzaklaşmaya zorlayarak, çok da elzem olmayan bir içsel ayrılık ortaya koyar. Asıl ayrılığında ve bağımsızlığında, geçmişine karşı sarhoş edici bir zafer hissi yaşar ve yavaşça görünürdeki özgürlüğüne bağımlı olur. Yaşamın bu döneminde kullanılan karşı yatırım, çoğunlukla bireyselleşmekten kaçınma biçimleri ile karakterize olan duygusal yüzeysellik, atalet hali, tedirginlik durumundan sorumludur. Ebeveynler ile fiziksel ayrılık ve sosyal rolünde, giyim tarzınıda özel ilgilerinde ve ahlaki tercihlerinde yaptığı değişiklikler ve geçmiş ile kutuplaşması, bireyselleşme sürecinin önemli aşamaları sırasında, çoğu zaman, psikolojik bütünlüğünü sürdürmek için ergenin kullanabileceği tek araçlardır. En nihayetinde elde edilen olgunluk derecesi, bireyselleşme sürecinin ne kadar ilerlediğine veya nerede çıkmaza girdiğine ve tamamlanmamış kaldığına bağlıdır. Yukardakilerden, ikinci bireyleşmenin göreceli bir kavram olduğu sonucuna varılır: bir yandan, dürtü olgunlaşmasına bağlıdır ve öte yandan benlik yapısında dayanıklılık kazanır. Bu nedenle, ikinci bireyselleşme, ergenlerin çocuksu nesnelerinden ayrılmasının sonuçlarını ve ona eşlik eden benlik değişimlerini ifade eder.
Bireyselleşme, büyüyen kişinin ne yaptığı ve ne olduğu konusunda artan sorumluluğu, onu etkileyen ve onu yetiştiren kişilerin omzuna yüklemek yerine, kendi üzerine almasını ifade eder. Zamanımızda, daha sofistike ergenlerde, gençliğinin hayal kırıklıklarından ve eksikliklerinden dolayı ebeveynlerini suçlamak ya da daha aşkın bir ölçekte, hayatı yöneten, kontrol edilemeyen, nihai ve mutlak güçler görmek yaygın bir davranış haline gelmiştir. Bu pozisyondaki ergene bu güçlere karşı koymaya çalışmak saçma gelir ve onun yerine böyle bir başkaldırının anlamsızlığını kabul etmeyi yetişkinliğin bir göstergesi olarak görür. Bu “Yabancı” kitabının ana karakterinin Camusyan duruşudur. Kopma, reddetme ve değersizleştirme dışındaki mekanizmalar ile içsel nesnelerden ayrılamayan kişi bu durumu bir tür yabancılaşma olarak yaşar. Bu ruh halini, çoğunlukla ilerici ve liberal ailelerde, hırsı yine de anlayışlı bir tarzda yetiştirilen, genellikle orta sınıf, umut veren ve yetenekli erkek ve kız çocuklar arasında hatrı sayılır miktarda görmekteyiz. Tarihsel perspektifte ergen bireyleşmesinin yapısını incelerken, her dönemin, baskın rol ve stiller geliştirerek kendi ergenlik görevini uyguladığını ve toplumsallaştırdığını fark ederiz. Bireyselleşme sürecinin bu tür epifenomenleri, her zaman şu ya da bu şekilde, yerleşik düzene karşıt bir konumda yer almaktadır.[1] Bu yeni yaşam tarzının, çocukluk bağımlılığından kurtulmanın savaş alanı olup bireyselleşmeye mi yol açacağı yoksa çocukluk durumunun daimi ikamesi olup ilerleyici gelişmeyi mi engelleyeceği önemli bir farklılık olarak kalır. Evden kaçma, okulu bırakma ya da özellikle cinsel türden olmak üzere her türlü yetişkin odaklı eylemleri dürtüsel bir şekilde gerçekleştiren davranış kalıpları geliştirmek gibi fiziksel ayrılıkların patolojik değeri, sadece bireyin kişisel tarihçesi ve toplumsal çevre ile onun geleneksel kurallarının ergenlik ihtiyaçlarının dışavurumuna çizdiği sınır ile ilişki içinde değerlendirilebilir. Pubertal dürtünün yoğunluğundaki artış, belli öncelikli pregeniltal dürtü tarzları bağlamı içerisinde ilkel nesne ilişkilerini yeniden aktive eder. Bununla birlikte, ergenlik sürecinde, libido ve saldırganlık birincil sevgi nesnelerinden aile dışındaki nesnelere kolayca dönmez. Her şeyden önce, benlik doğası gereği bu yatırımsal değişimlere katılmaktadır ve bu süreçte ergenlik sonrasında kişiliğin belirlendiği yapıyı kazanmaktadır. Ergen bireyseleşmesi, o zaman, tüm ergenlik sürecinin tamamlayıcı bileşenlerini oluşturan bir süreci ve bir kazanımı yansıtır.
Artık bilinen ergenliğin betimlemesini bırakıp, teorik sonuçlarını tartışmaya yöneleceğim. İlerleyici gelişim için oldukça gerekli olan çocuksu nesnelerden ayrılma süreci, benliğin çocuksu dürtü ve benlik konumları ile olan ilişkisini yeniler. Gizil dönem sonrasındaki benlik, adeta, bu gerileyici karşılaşma için hazırlanır ve çocuksu çözümlerden farklı, daha stabil ve yaşa uyumlu çözümler sunabilir. Çocuksu benlik ve dürtü pozisyonlarının, yeniden aktive olması ergenlerin ayrılma sürecinin önemli bir bileşenidir. Nispeten stabil benlik pozisyonları örneğin bellek ve motor faaliyetlerin kontrolü, ve ayrıca, nispeten stabil ruhsal yapılar örneğin üstbenlik, dikkate değer ölçüde dalgalanmalara ve değişikliklere maruz kalır. Deneyimli gözlemci, bu işlev ve yapıların geçici bozulmasında ve nihai olarak yeniden oluşturulmasında onların ontogenetik tarihçesinin farkına varabilir. Mekanik olarak konuşmak gerekirse, sabit ruhsal aygıtın yapısı içerisine, ergenliğin ruhsal bileşenlerini eklemlemekten bahsedilebilir. Bir zamanlar esnek olmayan, odipus sonrası bir yapı olarak kabul edilen üstbenlik, ergenlik döneminde hatırı sayılır bir yeniden yapılanmaya uğrar. (A. Freud, 1952). Üstbenlik değişimlerinin analitik gözlemi, psişik yapının olgunlaşmasını incelemek için en öğretici alandır. Şimdi bu odipus sonrası yapının değişebilirliğini mercek altına alacağım. Üstbenliğin gerileyici şekilde kişilikleştirilmesi, ergenlerin analizinde açık bir şekilde görülür ve bu nesne ilişkilerin kökenini gözlemlemek için bize fırsat verir. Üstbenlik oluşumuna yol açan sürecin çözümlenmesi, geriye doğru oynatılan bir film gibidir. İki ergenin analizinden parçalar bunu açıklayacaktır. Bu ergenlerin her ikisi de, günlük yaşamın rutin gerekliliklerine uymuyordu ve her ikisi de herhangi bir işte ve aynı zamanda herhangi türden sevgi ilişkisinde başarısızdı.
- Büyük bir erkek ergen, sevmediği işlerde olduğu kadar sevdiği işlerde de aynı derecede umursamaz olduğu gerçeği ile karşılaşınca şaşkınlığa uğradı. Sevmediği işlerde umursamaz olmasını anlayabilirdi ama sevdiği işlere karşı da aynı tavrı takınmasını anlamlandıramıyordu. Eylemlerine ve eylemlerinin seçimine eşlik eden bilinç öncesi bir düşüncenin farkına vardı. Kendi kendine sordu: “Annem yaptığımın iyi bir şey olduğunu düşünür mü; bunu yapmamı ister mi?” Olumlayan düşünce -keyifli bir yapısı olsa dahi -aktiviteyi otomatik olarak bozuyordu. Bu çıkmazda tamamen pasif hale geldi. Bu ikilemi anlatmaya şöyle devam etti: Yapmak istediğim şeyi annemin de yapmamı istediğini bildiğim zaman yani ikimiz de aynı şeyi istiyorsak, utanıyorum ve ne yapıyorsam onu yapmayı durduruyorum.
- Çocukluğundan beri tüm eylemlerini yakınlarının takdiri ve övgüsünü elde etme motivasyonu ile belirlemiş bir ergen kız, geç ergenliğinde aile standartları ve tarzı ile katı bir şekilde karşıtlık içeren bir yaşam tarzı geliştirdi. Başkalarının onun olmasını istediği kişi olarak düşündüğü şey olmayı bırakmıştı. Yaşadığı sıkıntıya rağmen, kendi seçtiği bağımsızlığı, özerkliği konusunda hiçbir şey hissettirmiyordu, çünkü her fırsatta, ebeveyninin onayı ya da onaylamaması hakkındaki düşünceleri araya giriyordu. Kararlarını kendine ait hissetmiyordu çünkü neyin ebeveynlerinin hoşuna gideceğine yönelik gözlemleri tarafından yönetiliyordu. Eylem ve karar verme mekanizmasındaki bütün çıkmaz bunların sonucuydu. Koşulları değişken esintisinde bir o yana bir bu yana sürükleniyordu. Yapabileceği tek şey, onların etkisine karşı koyamama ya da daha derinlerde, onlarla birleşerek kendilik duygusunu kaybetme korkusu ile işkence çekerken, her iki cinsten arkadaşlarını ebeveyn ikamesi olarak kullanmak, onların beklentileri ve memnuniyetleri ile vekaleten yaşamaktı.
Her iki durumda da, üstbenliğin, çocuksu nesne ilişkileri ile kuşatılması, gelişimsel bir çıkmazla sonuçlanmıştı. Normal olan, içsel ilkel nesnelere bağımlılığın gizil dönemde, özdeşim ve üstbenlik örgütlenmesi aracılığıyla azaltılmasının sağlanmasıdır. Bu vakalarda bu gerçekleşmemiştir. Bunun yerine, arkaik üstbende ve üstbenin öncüllerinde yer alan ilkel özdeşimler, bu iki ergende çok büyük bir etkiye sahiptiler. Bir zamanlar her şeye kadir olan anne ile özdeşleşerek gerçekleşen teklik fantezileri ve görkemli öz-beklentiler, tüm amaca yönelik eylemleri acımasızca önemsizleştirmiş ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Ergenliğin, üstbenliğin yeniden örgütlenmesi görevi, bu iki ergeni arkaik ilkel özdeşim seviyesine geri döndürmüştür. Üstbenliğin, ödipal ve preodipal nesne ilişkilerindeki kökeni, ergenlik döneminde bu yapıyı radikal bir revizyona tabi tutar. Haliyle, üstben rahatsızlıklarının benzersiz bir ergenlik sapması oluşturması şaşılacak bir şey değildir. Çocuklukta, benlik işlevlerinin ikincil özerkliği, sadece sınırlı bir şekilde elde edilirken, nesne libidosu kendi gelişiminde tatmin kazanmaya devam eder. Bu durum, pubertal olgunlaşmanın ilerlemesiyle üstben fonksiyonlarını korkunç bir kargaşaya sürükler. Ergen davranışı, ağır ve kalıcı bir şekilde, çocuksu nesne tatminine karşı savunmalar aracılığıyla baskı altında tutulursa üstbenin yeniden örgütlenmesi engellenir başka bir deyişle ergenin bireyselleşmesi eksik kalır.
Ergenlerle yapılan analitik çalışma, neredeyse tekdüze biçimde, benlik ve üstbenlik fonksiyonlarının çocuksu nesne ilişkileri ile olan ilişkisini gösterir. Analitik çalışma beni, benliğin bütünleşmesindeki tehlikenin sadece ergenlikte artan dürtülerden değil aynı ölçüde gerileyici çekimin gücünde olduğuna ikna etmiştir. Benlik ile id arasındaki çatışma varsayımını bir kenara bırakırsak, gerileme aracılığıyla ruhsal yeniden inşanın, ergenliğin en zorlu ruhsal çalışması olduğu sonucuna vardım. Uykunun rahatlığını arzulayan ancak uykunun getirebileceği kabuslardan korkan Hamlet gibi, ergenler de dürtülerin tatminini isterler ancak ilkel nesne ilişkilerinin tekrar canlanmasından korkarlar. Paradoksal olarak, sadece benliksel ve dürtüsel gerileme ile ergenlik görevi yerine getirilebilir. Bu, gizil dönemin normal mirası olan benlik farklılaşması ya da ego olgunlaşması yolu ile yapılabilir. Normalde, benliğin gerçekliğe bağlı ve kendini gözlemleyen kısmı, ergenliğin gerileme hareketleri sırasında az da olsa korunur. Böylece, gerilemenin tehlikeleri azalır veya düzenlenir, farkılaşmamış aşamaya ya da birleşme durumuna dönmenin ve gerileyici kendilik kaybının yol açabileceği felaketi önler. Ancak, sadece ergenlik döneminde gerileme yoluyla, çocukluk çağı travma, çatışma veya fiksasyonun kalıntıları, büyümenin ve olgunlaşmanın gelişimsel momentumu tarafından desteklenen benliğin genişletilmiş kaynakları ile üzerinde durmak suretiyle değiştirilebilir.
Geleerd (1961), “ergenlikte nesne ilişkilerinin ayrışmamış evresine kısmi bir gerilemenin gerçekleştiğini” öne sürmüştür. Daha sonraki bir makalesinde, daha önceki çalışmalarına dayanarak, Geleerd (1964) görüşünü genişletir ve “büyüyen bireyin, her üç yapının da katıldığı pek çok gerileme aşamasından geçtiğini” belirtir. Bu son formülasyon, klinik çalışma tarafından onaylanmış ve şimdi psikanalitik ergenlik teorisinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Hartmann (1939) “gerileyici adaptasyon” formülasyonunda bu gelişimsel düşüncelerin temelini atmıştır. Bu adaptatif yöntem yaşam boyunca her tür durumda büyük bir rol oynar.
Burada vurguladığım, ergenliğin, insan hayatında benlik ve dürtü gerilemesinin normal gelişimin zorunlu bir bileşenini oluşturduğu tek dönem olmasıdır. Bu nedenle ergen gerilemesi, gelişimin hizmetinde çalışır. Dahası, benim araştırmamın konusu, ruhsal yapıdaki değişiklikleri etkilediği ölçüde benlik ve dürtü gerilemesi arasındaki etki veya etkileşimdir. Burada, bu yapısal değişikliklerin süreci ve kazanımları, ergen ruhsal yeniden yapılandırılmasında çocuksu nesne temsillerden yatırımın geri çekilmesinin oynadığı belirgin rolü vurgulayarak, ergen bireyselleşmesi olarak kavramsallaştırılmıştır. Devreye özgü gerileme, geçici, uyumsuzluk riskini oluşturur ve gençlerde ruhsal süreksizlik durumunu sürdürür (Bios, 1963). Bu durum, bu çağın şaşırtıcı davranışlarını ve eşsiz duygusal karışıklığını büyük ölçüde açıklar.
Ergen gerilemesinin işlevini daha fazla açıklamak için, ergenlikteki gerilemeyi erken çocukluk dönemindeki gerileyici hareketlerle karşılaştırmak faydalı olabilir. Erken çocuklukta, çocuk uyarlanabilir kapasitesini aşan stres durumlarına normal olarak dürtü ve benlik gerilemesi ile yanıt verir. Bununla birlikte, bu gerileme, benlik ve dürtü olgunlaşmasının ön şartı olan bir gelişimsel işlev değildir. Aksine savunma niteliği taşımayan ergen gerilemesi, ergenlik döneminin gelişiminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bununla birlikte, bu gerileme, çoğu kez kaygıya neden olur. Bu kaygı yönetilemez hale geldiğinde, o zaman ikincil olarak savunma önlemleri harekete geçirilir. Ergenlik dönemindeki gerileme, kendi başına bir savunma değildir ancak yol açtığı kaygıya rağmen, kendi yoluna girmesi gereken zorunlu bir ruhsal süreçtir. Ancak o zaman, ergen gelişiminde ima edilen görev yerine getirilebilir. Bu süreçte ilk başta savunmacı ya da onarıcı olarak görev yapan bu işlevin, kişiliğin biricikliğine ve sürekliliğine katıkıda bulunan adaptif bir işleve dönüşümüne vurgu yapılmadan yeterince anlaşılmaz.
Ruhsal yeniden yapılanma sürecinde, sadece dürtü gerilemesi değil aynı zamanda ergenin bireyselleşme sürecinin yan ürünü olarak benlik gerilemesi de gözlemleriz. Benlik gerilemesi, bir zamanlar stresle başa çıkmanın özel yollarını oluşturan, güvenlik ve emniyet için kullanılmış terk edilmiş benlik durumlarını yeniden deneyimlemeye denir. Benlik gerilemesi her zaman ergenlik sürecinin kanıtıdır. Ancak sadece savunma amaçlı kullanılırsa bireyselleşme sürecine karşı olarak çalışır. Birçok ergenin aşırı ve garip davranışının, zafere giden kesin yolda stratejik bir geri çekilme olduğunu fark ederiz. Reculer pour mieux sauter.[2] Sadece dürtü ve benlik gerilemesi ergen saplantısının hareketsizliğine ulaştığında, ilerleyici gelişim durma noktasına gelir.
Örneğin, benlik gerilemesi hiçbir çocukluğun istemediği travmatik durumların yeniden deneyimlenmesinde görülür. Kendi tarafından oluşturulan gerçek yaşam koşullarında orjinal travmanın minyatür versiyonları ya da ikame temsilleri ile karşılaşarak benlik yavaş yavaş prototip tehlike durumları karşısında ustalık kazanır. Ergenlerin rol yapmalarının ve denemelerinin yanı sıra bir çok suça sürüklenen ergenin patolojisi, çoğunlukla uyumsuz olan bu benlik faaliyeti ile ilişkilidir. Normalde, bu çocukluk travmaları ve onların kalıntıları ile mücadele sonucunda benlik otonomisi gelişir. Bu açıdan bakıldığında ergenliğin, bebeklik ve çocukluk dönemlerinden kalan aşırı tehlike durumları ile (id, üstbenlik ve gerçeklik ile ilgili) uzlaşma için ikinci bir şans sunduğu düşünülebilir.
Ergenlerde benlik gerilemesi, sözsel yani sembolik iletişimden ayrı olan, dürtülerin, çatışmaların ve duygulanımların somatizasyonu ile geri dönen bedensel dilde gözlemlenebilir. Bu sonuncu durum, ergenlerde görülen, anoreksiya ve psikolojik obezitede örneklenen bir çok tipik fiziksel şikayet ve durumdan sorumludur. Bu durum erkeklerin aksine, özellikle kadınlarda görülür ve bilhassa dış görünüş olmak üzere bedenin erotizasyonunu etkileyen libidinal dağılmanın bir parçasıdır. Nesne libidosunun vücudun parçalarına ve organlarına yönelmesi, psikotik rahatsızlıkların başlangıç evresi olarak iyi bilinen, bedendeki değişikliklerin hipokondriyak duyumlarının ve hassasiyetinin örgütlenmesini kolaylaştırır. (A. Freud, 1958)
Eylem dilini dikkatle incelediğimizde bunun etkenliğe karşı edilgenlik problemi olduğunu fark ederiz. Bu zıtlık, bireysel hayatta en eski olanı oluşturur. Ergenlik döneminin başlamasıyla, ergenin artan içgüdüsel gerilimle birlikte şaşkına dönerek, eski ve tanıdık gerilim azaltma yöntemlerine geri dönmesi şaşırtıcı değildir. Dürtüsel gerileme, geçmişteki bu arayış içinde, nihayetinde ilkel edilgenliğe yol açar. Bu olgunlaşan bedenle, ortaya çıkan fiziksel ve zihinsel yetkinliklerle büyük bir zıtlık içerisindedir. İlerleyeci gelişim, giderek artan özgüvene ve çevre üzerinde daha büyük bir hakimiyete aslında bir dönüşüme işaret eder ve böylece tutkuların ve arzuların gerçekleşmesini sağlar.
Gerilemiş benlik, ergenlerin herkesçe bilinen, ünlü kişileri idealize etme ve onlara hayranlık duyma sürecinde gözlemlenebilir. Günümüzde, bu kişiler ağırlıklı olarak eğlence sektöründen ve spor dünyasından seçilirler. Bu figürler kollektif mükemmel olanlardır. Bu bize çocuğun genç yaşında idealize ettiği ebeveynlerini hatırlatır. Ebeveynlerin yüceltilmiş imgeleri çocuğun narsisistik dengesinin vazgeçilmez bir düzenleyicisidir. Kollektif idollerin posterleri ile süslenmiş duvarların, libidonun gerçek ilişkilere yatırılması sonucunda çıplak kalması bizi şaşırtmaz. Gerçekten de geçici tanrıların ve tanrıçaların resimsel sürüsü neredeyse bir gecede dağıtılabilir hale gelir.
Çocuksu benlik durumları, ayrıca, bütünleşmeye benzer duygusal durumlarda farkedilebilir. Bu tür durumlar, örneğin gerçeklik, doğa, güzellik gibi soyutlamalarla ya da politik, feslefik, estetik ya da dini mizaç üzerine düşünceler ya da idealler ile ilişkili olarak sıklıkla deneyimlenir. Sembollik temsiller alanındaki bu tür bütünleşme benzeri benlik durumları, geçici olarak kullanılırlar ve nesnelerle tümden bir birleşmeye karşı koruma görevi görürler. Dini dönüşümler ya da uyuşturucu maddeler tarafından harekete geçirilen bütünleşme durumları, bu benlik gerilemesinin alanına girer.
Kendilik ve içsel nesnelerin bütünleştiği benlik durumuna gerileme patolojik bir fenomen olarak değerlendirilir çünkü normalde, eleştiren ve gözlemleyen benlik parçası, büyük ölçüde gücünü kaybetse de işlevini sürdürmeye devam eder ve benliğin çocuksu bütünleşme aşamasına gerilemesini engeller. Ergenlikte, tipik olduğu kadar zorunlu da olan sınırlı benlik gerilemesi, sadece nispeten sağlam benlikte meydana gelir. Hiç kuşku yok ki ergenin benlik gerilemesi, benliğini şiddetli bir sınamaya tabi tutar. Daha önce, ebeveyn benliğinin, ergenliğe kadar kendisini çocuk için ulaşılabilir hale getirmesine ve fonksiyonal bir varlık olarak çocuğun benliğine yapı ve organizasyon sağlamasına dikkat çekilmişti. Ergenlik bu ittifakı bozar ve benlik gerilemesi, yaşamın ikinci ya da üçüncü yıllarındaki birinci ayrılma-bireyselleşme evresinden geçişte elde edilen olumlu ve olumsuz özelliklerden kaynaklanan sağlamlığın ya da kusurluluğun ortaya çıkmasına neden olur. Kusurlu benlik yapısı içindeki ergenin benlik gerilemesi , gerilemiş benliği erken dönemdeki anormal durumun içine çeker. Benlik gerilemesinin normal yapısı ile patolojik yapısı arasındaki ayrım kesin olarak, gerilemenin ilkel farklılaşmamış döneme benzemesine ya da tamamen aynı olmasına bağlıdır. Bu ayrım rüyalar ile halüsinasyon arasındaki fark ile karşılaştırılabilir. Erken çocukluk dönemindeki ciddi kusurlu bir benliğe gerileme, ergenlik dönemine özgü, geçici ya da kalıcı bir psikotik hastalığa dönüşen gelişimsel bir çıkmaza yol açacaktır. Erken dönem benlik yetersizliği çoğu zaman, gerilemenin, ilerleyici gelişime hizmet etmediği, bireyselleşmeyi engellediği ve dürtü ile benlik gelişimine kapıları kapadığı ergenlik dönemine kadar ortaya çıkmaz.
Erken ve orta çocuklukta başarılı bir şekilde tedavi ettiğim şizofren çocuklarının gelişimini takip ederek, geç ergenlikte erken patolojilerinin az çok ciddi bir şekilde tekrarladığının farkına vardım. Bu genellikle, geçen yıllar içerisinde psikolojik gelişimlerinde kayda değer adımlar attıktan sonra evlerinden ayrıldıklarında meydana gelmişti. Ergenlikteki benlik gerilemesinin gelişimsel işlevi, ikinci bireyselleşme sürecinin gücünü alması gerektiği erken dönem benlik durumlarının yeniden aktive olması ile boşa çıkmıştı ve çekirdek patoloji bir kez daha alevlenmişti. Ergenlik döneminde aileden duygusal ayrışmanın başarısızlığı, bu çocukların aradan geçen yıllarda ne kadar yoğun bir şekilde benlik gücünü ödünç aldıklarını gösterdi. Terapi, çevreden gelen duygusal bakımı ulaşılabilir hale getirmişti. Bu kapasite, ikinci akut hastalıkları sırasında onları iyi durumda tutmuştu; gerçekten de bu kapasite onların üstesinden gelmelerini ve iyileşmelerini mümkün kıldı. Ergenlik döneminde psikolojik göbek kordonunun kesilmesi gerektiğinde, erken benlik hasarı olan çocuklar, bireyleşme sürecinin görevi için yeterli olmayan kusurlu bir ruhsal yapıya geri dönerler. Bu vakalar, ergen psikopatolojisinin belli başlı yapısal sorunlarına ışık tutarken aynı zamanda çocuk psikozunun yada şizofrenisinin tedavisinin genellikle ergenliğin sonuna kadar uzamasının ya da ergenlikte tekrar başlamak zorunda kalmasının nedenlerini göstermektedir.
Gözümüzden kaçmayan bir ergenlik özelliği, gerçekliğe bağlı kalmak, yani aktif olmak, hareket etmek ve bir şeyler yapmaya devam etmek için çılgınca bir çaba içerisinde olmalarıdır. Ayrıca, grup deneyimlerine ya da bireysel ilişkilerin canlı, akut duygulanımına ve heyecanına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ilişkilerin her iki cinste de, sürekli ve genellikle birden değişmesi onların gerçek olmayan karakterini vurgular. Aranan şey kişisel bir bağ değil, bu ilişkinin uyandırdığı keskin duygulanım ve duygusal ajitasyondur. Bu davranış kalıbı, yalnızlık hissini, donuklukluğu ve sıkıntıyı uzaklaştırmak için zorlantılı bir ihtiyacı göstermektedir. Bu tablo, olağanüstü yoğunluğa sahip duygudurum hallerinde, yalnızlık ve görkemli bir izolasyon arayan ergenlerden bahsetmeden tamamlanmış olmaz. Bu eğilimler en iyi duygu ve nesne açlığı olarak tanımlanır. Bütün bu ergenlerin ortak noktası güçlü duygular içinde bulunma ihtiyacıdır. Bu duygular coşkunluk, mutluluk, acı olabilir. Bu duygusal duruma, içsel nesne kaybı ve benliğin yoksullaşmasını takip eden, onarıcı bir fenomen olarak bakabiliriz.[3] Ergenin “Ben kimim?!” sorunsalında kendini gösteren öznel deneyimi, pek çok kafa karışıklığı içerir ve benlik yoksullaşması ve benlik kaybı olarak kavramsallaştırılan olguları yansıtır. Benlik kaybı, o zaman, ergenlik boyunca psikolojik bütünlüğe karşı sürekli bir tehdit olarak kalmaya devam eder ve sapkın görünen davranış biçimlerine yol açar ancak bu ilk başta anormal gözükse de aslında -uyumsuz olsa dahi- çılgınca bir şekilde gerçekliğe dönerek ergenlik sürecini devam ettirme çabası olarak değerlendirilmelidir. Bu perspektiften bakıldığında, ergen suçluların çoğunun klinik tablosu, genellikle sahip olduğu düşünüldüğünden daha fazla bir sağlıklı bileşen ortaya çıkarır.
Bir kez daha, ergenin nesne açlığının ve benlik yoksullaşmasının üzerinde duracağım. Bu gelişimsel geçici koşulların her ikisi de genellikle yaşıtlar arasındaki grupta, çetede, toplulukta, telafi edici bir rahatlama bulmaktadır. Bu sosyal oluşumlar, genellikle, ergenin ailesinin yerine geçen bir ikamedir. Akranlar topluluğu içinde uyarım, aidiyet, sadakat, bağlılık, empati ve eştını barındırmaktadır. Burada Mahler’in (1963) çalışmasında, ayrılık-bireyleşme krizinde “annenin katılımını ve bakımını elde etmek” için inanılmaz bir kapasiteye sahip olduğunu gösteren sağlıklı bir şekilde yürümeye başlayan çocuğu hatırlatıyorum. Ergenlikte bu temas kaynağı, akran grubundan elde edilir. Yürümeye başlayan çocuk, otonomiye ulaşmak için annenin yardımına ihtiyaç duyarken, ergen, herhangi bir kişinin gerçekleştiremeyeceği bu desteği elde etmek için yönünü -hangi türden olursa olsun- akran topluluklarına çevirir. Grup, herhangi bir kalıcı taahhüt olmaksızın rol denemelerine izin verdiği gibi, yeni, kalıcı, kişisel ve samimi ilişki kurmaktan çok çocukluk bağımlılığından kopuş olarak görülen etkileşimsel deneylere izin verir. Ayrıca, grup çocukluk bağımlılıklarından, yasaklarından ve bağlılıklarından kurtuluşa eşlik eden bireysel suçluluk duygularını paylaşır ve böylece bu duyguları hafifletir. Genel olarak özetlemek gerekirse, akranların, sosyal, kişisel ve cinsel kimliğini oluşturması gereken ergenlerin yeni kuşağa üyeliğini kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Akran ilişkileri açıkça çocukluk bağımlılıklarının yerini alırsa, o zaman grup işlevini yerine getirememiştir. Bu gibi durumlarda, ergenlik süreci çözülmemiş duygusal bağımlılıkların kalıcı kişilik özelliklerine dönüşmesiyle kısa devre yapar. Bu koşullar altındaki yeni nesilde, yaşam bireysel geçmişin gölge oyunu gibi garip bir şekilde ortaya çıkar: En çok kaçınılması gereken şey, kendini kaçınılmaz bir aynılıkla tekrar eder.
Alışılmadık derecede güçlü bir gerileyici çekişe karşı koruma işlevi gören devasa bir uyum karşıtı pozisyonda duran bir ergen kız, aktarmaya çalıştığım şeyleri çok iyi ifade etti. Toplumsal olana uyumsuz olma durumu ilgili bir eylemi üzerine düşünürken şöyle dedi: Eğer beklenenin aksi yönde hareket ediyorsanız her yönden kurallarla ve yasalarla karşılaşırsınız. Bugün okulu boşladığımda – sadece okula gitmedim – bu beni çok iyi hissettirdi. Bu bana bir robot değil insan olduğumu hissettirdi. Eğer baş kaldırmaya devam eder ve çevrenizdeki dünya ile yeterince çok karşı karşıya gelirseniz, aklınızda kendiliğinizin bir taslağı çizilir. Buna ihtiyacınız vardır. Belki kim olduğunuzu bildiğinizde, nasıl olmanız gerektiğini bilenlerden ya da bildiklerini düşünenlerden farklı olmak zorunda olmazsınız.
Şimdi ergenlik dönemindeki gerilemenin ilerlemeci gelişme için ön koşul olduğu gerçeğinin daha geniş sonuçlarına döneceğim.Klinik gözlemlerden, ergenin kökensel yatırımlarını teslim etmeleri için erken çocukluk ve bebekliğinin tutkuları ile duygusal temasa geçmek zorunda kaldıklarını, sadece o zaman geçmişin, bilinçli ve bilinçsiz anılara dönüşebildiğini ve ancak ondan sonra libidonun ilerici hareketi ergene kendine özgü duygusal yoğunluk ve amacın gücünü verdiğini öğreniriz.
Ergenliğin en derin ve en eşsiz niteliği, gerileyici ve ilerici bilinçlilik arasında, insan yaşamında başka hiçbir zamanda görülmeyen bir kolaylıkla hareket etme kapasitesinde yatar. Bu özellik, ergenlik çağının kayda değer yaratıcı başarılarını açıklayabilir. Eğer şey yolunda giderse, ergenin kendilikle ve gerçeklikle olan deneyimleri, duygulanımları ve düşünceleri çoğalacak, kişiliğini gerçekleştirme açısından bireyselliğine kesin ve kalıcı bir şekil verecektir. Meslek seçimi, bu türden gerçekleştirmelere önemli bir örnektir.
Birincil aşk ve nefret nesnelerinden kopma sürecinde, erken nesne ilişkilerinin kalitesi, çiftdeğerlilik biçiminde ortaya çıkar. Ergenliğin klinik tablosu, içgüdüsel dürtülerin ayrışmasında kendisini gösterir. Çiğ saldırganlık eylemleri, özellikle erkek ergenlerde olmak üzere ergenlikte tipik bir davranış kalıbıdır. Bu saldırgan dışavurumların analizi, eninde sonunda ilkel öfke ve sadizmin ögelerine esas itibari ile çocuksu çiftdeğerliliğe ulaşır. Çocuksu nesne ilişkileri, ergenlikte yeniden canlandığı zaman, orjinal hallerinde yani çiftdeğerli durumda görünmek zorundadır. Gerçekten de, çiftdeğerlilik sonrası nesne ilişkilerini güçlendirmek, ergenliğin nihai görevi olmaya devam etmektedir. İlişkilerin duygusal dengesizliği ve bunun da ötesinde, çiftdeğerliliğin otonom benlik işlevlerine yoğun etkisi, genel olarak, ergenlikte istikrarsız bir çöküntü durumuna ve duygulanım, dürtü, düşünce ve davranışta anlaşılmaz çelişkilere yol açar. Aşk ile nefret, etken ile edilgen, hayranlık ile ilgisizlik çiftlerinin uçları arasındaki duygusal dalgalanmalar, çok iyi bilindiği için detaylandırma gerektirmeyen ergenliğin karakteristiğini temsil eder. Yine de, bu fenomenin, bu yazının konusu olan bireyselleşme ile olan ilişkisi araştırmaya değerdir. Çiftdeğerlilik durumu, benliği -benlik göreceli olarak olgun durumda olduğu için- tahammül edilmez olarak hissettiği durumla karşı karşıya bırakır. Ancak en azından benliğin sentez kapasitesini aşan bu durum geçicidir. Olumsuzluk, muhaliflik, kayıtsızlık vb. davranış ve tepkiler, savunma işlemi gibi görünse de, aslında kişiliğin tamamına yayılmış çiftdeğerlilik durumunun görünüşüdür.
Bu düşünceleri daha fazla ilerletmeden önce, onları on yedi yaşında bir çocuğun analizinden bir parça ile göstereceğim. Bireyselleşme ve çiftdeğerlilik ile doğrudan ilgili olan ve arkaik anneden ayrılmayı yansıtan analitik materyalde, bu bakış açıları ile ilişkili şeyler üzerine odaklanacağım. Yetenekli ve zeki olan genç, entelektüel seviye olarak akranlarından çok yetişkinlere daha yakındı. İnsanlarla, özellikle de ailesi ile olan ilişkisine pasif agresif bir tutum egemendi. Duygusal davranışta hiçbir ifade bulamayan çalkantılı bir iç yaşamı vardı. Çocuğun okulda huysuzluğa, ketumluğa ve dengesiz performans göstermeye, evde ise soğuk bir talepkarlıkla birlikte periyodik inatçılığa ve karşı gelmeye yönelik bir eğilimi vardı. Bu dalgalı tablonun içinde, kişi, her yanı kuşatan perversif bir kendini beğenmişlik, küstahlığın sınırında anlaşılmaz bir kibri fark edebilirdi. Bu anormal durum obsesif-kompulsif savunmalar ile güçlendirilmişti. Bu savunmanın seçimi, kendi başına bu vakanın patogenezinde çiftdeğerliliğin baskın rolüne işaret eder.
Çocuğun fantezilerine erişilinceye kadar, katı ve değişmez olan savunma örüntüsüne olan ihtiyacını anlamlandırmak mümkün olmadı. Günlük hayatındaki iyi yada kötü her düşünce ve eylemine, şimdiye kadar bilinçdışı olan, anne ve annenin fantezideki suç ortaklığı eşlik etmekteydi. Onu erken yaşta, iyi niyetli akrabalarının bakımına bırakan annesi ile yakınlığa olan doymak bilmez bir ihtiyaç tarafından kuşatılmıştı. Çocuk her zaman annesine hayran olmuş, onu yüceltmiş ve ona haset duymuştu. Analiz çocuğa, nefreti, horgörüsü ve annesinin maddi cömertliğinin bozulmasına yönelik yoğun isteği ile ilişkili olan korkusunu deneyimlemesine yardımcı oldu. Eylem ve hislerinin, annesine karşı hissettiği ya da annesinin ona karşı hissettiğini düşündüğü sevgi ile nefret arasındaki gelgit tarafından belirlendiği ortaya çıktı. Sonuç olarak, örneğin, akademik başarısının annesini memnun edeceğini düşündüğü zaman, ödevini yapmazdı. Diğer zamanlarda bunun tersiydi. Okulda bir ödül aldığında, bunu annesinden saklardı, böylece annesi, başarısını bir medarı iftihar unsuru olarak kullanamazdı ya da diğer bir deyişle, başarısını kendisinden almazdı. Annesi dışarıda vakit geçiren çocukları tercih ettiği için yürüyüşe gittiğinde bunu gizlice yapardı ve sonrasında annesini hatalı duruma düşürmek için hiç temiz hava almadığı nedeniyle annesinin kendisini azarlamasına izin verirdi. Bir şovdan zevk aldığında ya da arkadaşını davet ettiğinde, annesi onaylama ve hoşnutluk sergilerse, yaptığı etkinlikten aldığı zevk mahvolurdu. Yapması gerektiği gibi piyano çalışıyordu fakat misilleme olarak annesinin sinirlerini oynatacağını çok iyi bildiği gürültülü bir ses çıkaracak olan kuvvetli parçalar çalıyordu. Yüksek sesle çalmak annesinin bağırmasına karşılık gelen bir ikameydi. Saldırganlığını fark etmesi onu kaygılandırdı.
Bu noktada çocuğun çiftdeğerliliğinin analizi narsisistik bir savunma tarafından engellendi. Kendini, hayatın dramasına karşı bir yabancı, günün etkinliklerine dahil olmayan ve çevresindekileri bulanık ve belirsiz ana hatları ile gören bir kişi olarak deneyimledi. Her zaman kullanılan obsesif kompülsif savunmalar (katagorileştirme, dosyalama, onarım gibi) bu acil durumla başa çıkmada başarısız oldu. Bu depersonalizasyon durumunu, oldukça tatsız ve rahatsız edici buldu. Analitik çalışma, çiftdeğerliliğin sadistik yönünün farkına vardığında tekrar ilerlemeye başladı. Sonrasında, bu yabancı benlik durumundan uzaklaştı. Şiddete yönelik dürtüsünü yani annesinin kendisini hayal kırıklığına uğrattığında hissettiği, annesini başarısız hissettirme ve ona fiziksel olarak zarar vermeye yönelik dürtülerini hissetti ve sözelleştirdi. Hayal kırıklığı hissi, annenin nesnel eylemlerinden çok çocuğun ihtiyaçlarındaki gelgitlere bağlıydı. Erken çocukluktaki çiftdeğerliliğin tekrarı belirgindi. Artık, çocukluk dönemindeki anne ile mevcut durumdaki anne arasında ayrım yapabiliyordu. Bu, ergenliğindeki çiftdeğerlilik çatışması ilişkili olan ve özerkliğin onarımını gerçekleştiren benlik işlevlerinin izini sürmemizi sağladı.
Çocuğun hasetinin nesneleri olan, çalışma kapasitesi, zekanın kullanımı ve sosyal beceriler gibi annenin kişiliğinin belirli niteliklerinin, çocuğun benliğinin niteliklikleri haline getirilerek çiftdeğerlilik çatışmasının çözülmesini gözlemlemek ilgi çekici bir deneyimdi. Öte yandan, annenin karakterinin, standartlarının ve değerlerinin bir kısmı, istenilmeyen veya itici bulunarak reddedildi. Artık, annenin, çocuğu rahatlatmak ve teselli etmek için yaptığı şeyler annenin keyfi isteksizliği olarak algılanmıyordu. Ergenin annesi ile ilişkisindeki ikinci nesne sürekliliği kurulmuştu. Erken çocukluktaki tümgüçlü annenin yerini çocuğun, annenin hatalarını ve erdemlerini farkettiği anne imgesi aldı. Kısacası anne insanlaştırıldı. Çocuğun annesel imgeyi yeniden deneyimlemesi ve preödipal, çiftdeğerli nesne ilişkilerinin yansızlaşmasını sağlayan düzeltmeler ile farklılaştırmaları hayata geçirmesi, sadece gerileme aracılığıyla mümkün olabilirdi. Bu vakada, çocuk tarafından öznel olarak deneyimlenen, kendilik algısının, farkındalığının ve inancının net bir şekilde kavranması olarak betimlenen ruhsal yeniden örgütlenme, en iyi “ben buyum” ifadesi ile özetlenir. Öznel duygular ve bilinçlilik durumu sadece farklı kelimeler ile, burada ikinci bireyselleşme olarak kavramsallaştırılan, benlikte ortaya çıkan farklılaşmayı yansıtır.
İçselleştirilmiş ebeveyn imgelerinden daha doğru ifade ile ebeveynsel nesne temsillerinden bağımsızlık kazanma ile birlikte gelen ilk canlılık ve neşe, içsel nesnenin kaybını takip eden ve ona eşlik eden depresif duygulanım ile tamamlanır. Nesne kaybına eşlik eden bu duygulanım, yas durumuna ve yas çalışmalarına benzetilir. Normalde, çocuksu karakterdeki ilişkiden vazgeçildikten sonra, mevcut ebeveynlerle ilişki devam eder. Ergen bireyselleşme çalışması, çocuksu ve güncel olmak üzere bu iki tarafla da ilişkilidir. Her iki ebeveynsel nesne temsilleri aynı kişiden olsa da gelişimin farklı evrelerinde türetilmiştir. Bu durum, ergenin çocuksu evrelerinin birinde parça ya da bütün olarak deneyimlenen ebeveynle ilişkisini karmaşıklaştırabilir. Bu karmaşıklık, ebeveynin ergenin değişen konumlarına iştirak ettiğinde ve olgunlaşan çocuk ile karşı karşıyayken yetişkin olarak yerini koruyamadığını kanıtladığında daha kötüye gider. Ergenin, çocuksu nesnelerden ayrılması için ilk önce, libidonun evreye-özgü nesne doyum arayışı için tekrar dışarı yönelmeden önce çocuksu nesnelerden geri çekilmesi gerekmektedir. Ergenlikte, nesne libidosu -şüphesiz çeşitli derecelerde- içsel ve dışsal nesnelerden geri çekilir ve kendine yönlendirilerek narsisistik libidoya çevirilir. Nesneden kendine olan bu kayma, kendini çocukluğunun sevgi ve nefret nesnelerinden bağımsız biri olarak gören ergenin herkesçe bilinen ben merkezciliğinden ve kendine odaklanmışlığından sorumludur. Narsisistik libidonun kendiliğe akışı, öz-yüceltme düzeyini ve beden ile zihnin gücünü abartmaya neden olur. Bu durum, gerçeklik testini olumsuz yönde etkiler. Bu durumun bilindik bir sonucunu göstermek için, ergenlerin, uzmanlık ve teknik bilgisine rağmen sık sık karıştığı araba kazalarını hatırlatabilirim. Eğer bireyleşme süreci bu aşamada durursa, o zaman nesne dünyasından geri çekilmenin sonucunda ortaya çıkan, psikotik bozukluğun, en ağır durumu temsil ettiği, her türlü narsisistik patolojiyle karşılaşırız.
Bireyleşmeye eşlik eden içsel değişiklikler, benlik açısından, genel bir dengesizlik, yetersizlik ve yabancılaşma hissine yol açan ebeveynsel nesne temsillerinden yatırımın çekilmesi esnasındaki ruhsal yeniden yapılanma olarak tanımlanabilir. Benlik örgütlenmesinin bütünlüğünü koruma çabasında, yeni bir ruhsal denge kurulmadan önce, onarıcı, uyumlu ve uyumsuz çeşitli savunmalar kullanılmaya başlanır. Bunu kişisel ve özerk yaşam tarzına ulaşma yolunda bir başarı olarak kabul ediyoruz.
Ergenin bireyselleşme sürecinin en şiddetli döneminde, sapkın yani irrasyonel, düzensiz davranışlar en belirgin olanlardır. Bu aşırı önlemler, ergen tarafından, ruhsal yapıyı gerileyici çözülmeye karşı korumak için kullanılır. Bu durumdaki ergen, klinisyene, regresif fenomenin doğasının geçici mi yoksa kalıcı mı olduğunu yani basitçe patolojik mi yoksa normal mi olduğunu ayırt etme gibi hassas bir görev yükler. Klinik değerlendirmenin üstesinden gelmek zorunda olduğu bu kafa karıştıran belirsizlik, gerilemeye karşı direncin anormal gelişime olduğu kadar normal bir gelişime de işaret edebileceği gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Gerilemeye karşı direnç, erken nesne ilişkilerinden ve çocuksu benlik durumlarından ayrılmak için zorunlu olan yani ruhsal yapının yeniden örgütlenmesi için ön koşul olan miktardaki gerilemeyi engelliyorsa anormal bir gelişimin işaretidir. Gerileme sorunu, hem benlik hem de dürtü gerilemesi, ara vermeksizin tüm ergenlik döneminde yankılanır. Bu regresif hareketler, yetişkinliğe ulaşmaya olanak sağlar ve bu açıdan değerlendirilmelidir. Ayrıca, ergenlik sürecinin başarısızlıklarının organize hale geldiği saplanma noktalarını gösterir. Ergenlik rahatsızlıkları dikkatimizi neredeyse sadece, dürtü tatmini ya da savunma işlemleri ve onların kalıntıları kapsamındaki gerileyici semptomolojiye çekmekteydi. Gerilemeye karşı direncin, ilerici gelişimin sürekliliği içinde aşılmaz ve inatçı bir engel oluşturduğunda, aynı ölçüde bir endişe kaynağı olduğunu öne sürüyorum.
Gerilemeye karşı direnç birçok şekil alabilir. Örnek olarak, ergenlerin, bedensel hareket ve eylem için dış dünyaya doğru kuvvetli dönüşü gösterilebilir. Paradoksal olarak, düşünce ve eylemde bağımsızlık ve özerklik, gerileyici çekim aşırı bir güce sahip olduğunda, en şiddetli ve pervasız hale gelme eğilimindedir. Çocukluk döneminde çok yapışkan ve bağımlı olan çocukların sıklıkla ergenlik döneminde bu davranışlarının tersine döndüğünü, ne pahasına olursa olsun ebeveynlerinden uzaklaştıklarını gözlemledim. Bunu yaparken, göze çarpan fakat yanıltıcı bir zafer elde ederler. Bu gibi vakalarda, eylem ve düşünce, basitçe, sosyal amaçlarından ve anlamlarından bağımsız olarak herhangi bir yerde ve herhangi bir şekilde, ebeveynlerin veya öğretmen, polis ve genel olarak yetişkinler gibi onların ikame ve temsilcilerinin, daha soyut olarak yasa, gelenek, göreneklerin beklentilerinin, dileklerinin ve görüşlerinin gözleminin temsilcileri tarafından belirlenir. Burada yine, ergen ve çevresi arasındaki etkileşimdeki geçici rahatsızlıklar, onları kalıcı olanlardan niteliksel olarak farklı kılar, benliğin dış dünya ile olan ilişkilerini kalıba döker, ergenlik sürecini zamanından önce bir durgunluğa getirir.
Şimdiye kadar, nevrotik çocuk ve ebeveynler ile olan deneyimimize dayanarak normal gelişim yolunda en önemli engel olarak savunmalara odaklandık. Dahası, gerilemeyi, ilerlemeci gelişmeye, dürtü olgunlaşmasına ve benlik farklılaşmasına karşı olan ruhsal bir süreç olarak düşünmeye alıştık. Ergenlik, bize bu kabullerin kısıtlı ve sınırlayıcı olduğunu öğretebilir. Ergenin gerileyici konumdayken, neyin geçmişin sabit bir tekrarı olduğu ve neyin ruhsal yeniden yapılanmanın başlangıcını müjdelediği söylemek konusunda çok hazırlıklı olmadığımız doğrudur. Kendini idealize ettiği insanların posterleri ile kuşatmış olan ergenin, sadece daha önce tatmin ettiği narsisistik ihtiyaçlarını tekrarlamakla kalmayıp, aynı zamanda duygudaş akran grubu ile aynı anda kollektif bir deneyimde yer aldığını söylemek mantıklıdır. Aynı idolleri paylaşmak aynı ailenin parçası olmak ile eşdeğerdir. Ancak önemli bir farklılık hemen dikkatimizi çeker. Hayatın bu evresindeki bu yeni sosyal matris, sembolik, biçimlendirilmiş, herkese açık olmayan kabile ritüeline katılarak ergenlik sürecini destekler. Bunların himayesindeki gerileme, sadece geçmişin yeniden kurulmasını değil, aynı zamanda yeni geleceğe, bilindik yollardan saparak ulaşmayı hedefler. Burada aklıma John Dewey’ın bir cümlesi geliyor. “Şimdiki” diyor, “sadece geçmişten sonra gelen bir şey değil…. Aynı zamanda hayatın geride bıraktığı şeydir.”
Bu yazıda toplanan düşünceler, dürtüsel olgunlaşmanın yol açtığı benlik örgütlenmesinde değişiklikleri aydınlatma amacı etrafında şekillenmektedir. Ergenlik sürecinin klinik araştırmalarından ikna edici bir şekilde anlaşıldığı üzere, hem birincil nesnelerden ayrılma hem de çocuksu benlik durumlarını terk etme görevleri gelişimin erken dönemlerine geri dönmeyi gerektirmektedir. Sadece, çocuksu duygusal ilişkiler ve ona eşlik eden benlik durumları (fanteziler, başa çıkma örüntüleri, savunma organizasyonu) yeniden yaşantılanarak içsel nesnelerden ayrılma görevi başarıyla gerçekleştirilebilir. Bu başarı, gerilemeye dayanır; dürtü ve benlik gerilemesinin her ikisi de, rotaları boyunca, çok yönlü, pragmatik olarak konuşursak, uyumsuz önlemlere öncülük ederler. Paradoksal bir tarzda, eğer gerileme, ergenlik sürecinde, doğru zamanda uygun bir seyir izlemezse, ilerleyici gelişimin engellendiği söylenebilir.
Bireyselleşme sürecini, ergenlikteki gerileyici görevin benlik boyutu olarak tanımlarken, ergenlik sürecinin özünde, bütünleşme ve ayrımlaşma arasında, ilerici ve gerileyici konumlar arasında dialektik bir gerilim içerdiği farkedilir. Her bir bileşen, diğerlerinden güç alır aynı zamanda diğer bileşenleri de çalışır ve uygulanabilir hale getirir. Bahsedilen dialektik süreci takip eden gerginlik, hem benlik hem de dürtü organizasyonlarına ya da onların birbiri ile olan etkileşimine aşırı bir yük yükler. Bu yük, bu yaşta karşılaştığımız, çok sayıda ve çeşitli sapmalardan olduğu kadar bireyselleme sürecindeki klinik görünümü olan veya olmayan başarısızlıklardan da sorumludur. İlk bakışta, ergenlik döneminde savunma olarak görünen şeyi daha doğru bir şekilde, ilerici gelişimi sürdürmek ve değişim içerisinde tutmak olarak tanımlayabiliriz.
İkinci bireyselleşme kavramının, ergenlik döneminin yapısal sorunlarına ışık tutacağını umut ediyorum. Çünkü, bu kavram, gerileyici bütünleşme ve ilerleyici farklılaşma gibi karşıt iki akımı karşılıklı etkileri içinde, ilişkilendirmekte ve sentezlemektedir. Kısacası bu makalede yapmaya çalıştığım şey, ergenlik paradoksunu açık ve anlaşılır hale getirmektir.
Kaynakça
Blos, P. (1962), On Adolescence: A Psychoanalytic Interpretation. New York: Free Press of Glencoe.
– (1963), The Concept of Acting Out in Relation to the Adolescent Process. ]. Amer. Acad. Child Psychiat., 2:118-143.
Freud, A. (1952), The Mutual Influences in the Development of Ego and Id: Introduc- tion to the Discussion. This Annual, 7:42-50.
– – (1958), Adolescence. This Annual, 13:255-278.
GeJeerd, E. R. (1961), Some Aspects of Ego Vicissitudes in Adolescence. l- Amer. Psa. Assn., 9:394-405.
– – (1964), Adolescence and Adaptive Regression. Bull. Menninger Clin., 28:302-308.
Hartmann, H. (1939), Ego Psychology and the Problem of Adaptation. New York: International Universities Press, 1958.
Inhelder, B. & Piaget, J. (1958), The Growth of Logical Thinking from Childhood to Adolescence. New York: Basic Books.
Mahler, M. S. (1963), Thoughts about Development and Individuation. This Annual, 8:307·324.
Reich, A. (1954), Early Identifications as Archaic Elements in the Superego. ]. Amer. Psa. Assn., 2:218-238.
-
Örneğin, 18. yüzyılın ikinci yarısında eğitimli Alman gençliğiyle ortaya çıkan gösterişli olacak derecede sade ve rahat kıyafetler, Fransızların erkek giysilerinin kibarlığına ve inceliğine bir tepki olarak düşünülebilir. Gömleklerden ince şeritleri sökmek, genç erkekler arasında coşkun duygusallığın yapmacıklığıyla (gözyaşları, kucaklaşmalar)ve perukların, serbestçe dalganan doğal saçlarla değiştirilmesiyle tamamlanmıştı. Hem Rousseau’nun etkisinin hem de “Kuruluşun Sinsiliği” ne verilen tepkilerin izi, kendi alışılmadık ve doğal stilini yaratan ve bunun da ötesinde, çağın politik karışıklığının parçası olan gençlikte sürülebilir. ↑
-
Çev. Notu: Fr:Daha iyi zıplamak için geri çekilin. ↑
-
İlk bakışta, nesne libidosu, kendiliğe yöneldiğinde “benlik yoksullaşması”dan söz etmek çelişki gibi görünüyor. Ancak, sağlıklı benlik nesne ilişkilerinden koparıldığında, bu durumu uzun süreli ve iyi bir şekilde idare edemez. Kendiliğin, narsisistik libido ile dolması, sadece psikotik ergenlerde egoya uyumlu hale gelir ; onun için dünya donuk ve renksizdir.”Normal” ergen, nesne dünyasından narsisistik izalasyonu, korkutucu bir gerçekdışılık duygusu olarak deneyimler. Bu nedenle mastürbasyon, kalıcı bir tatmin biçimi sunamaz nihayetinde özsaygıyı azaltır. ↑